Geyik bir yana. Burayı düzenli okuyan kadim blog dostlarım ve belki benim de pek çok başka blogda yaptığım gibi sessizce takip eden okurlar çok da şaşırmayacaklardır. (O zaman haberi vereceğin başka kimse kalmadı ki olum, zaten ahali o kadar) (ya bi sus iç ses! sana ayrı blog açarım bak, buraya uğrayamazsın bi daha!) (te allam, doğruyu söyleyeni dokuz...)
Ne diyordum. Burayı bir süredir takip edenler, son bir yıl içinde birazdan bahsedeceğim konuyla ilgili serzenişlerime, oflayıp puflamalarıma, kararsızlıklarıma yakinen şahit oldular zaten. Ve dün, tam da çeviri yapmaya oturmuşken, bu gel-gitlere son vermeye karar verdi içimde bir şey. On beş gündür deaktive edilmiş halde bekleyen instagram hesabımı şak diye kapattım. Tamamen. Dondurma falan değil, tekmeyi vurdum poposuna, uçurumdan aşağı, meta şirketinin karanlık kuyularının içine doğru yuvarlayıverdim. Köşenin Delisi doğup büyüdüğü yer olan köyüne, bu canım bloga kesin geri dönüş yaptı yani. Cafcaflı, ışıltılı(!), çok havalı ve kalabalıklardan kendi sesinizi bile duyamadığınız o kozmopolit instaşehrini terk etti. Allahım sen utandırma; "Şehirden sıkıldık, köye yerleşip salatalık ekicez" diyip birkaç ay sonra atar topar geri dönmek zorunda kalanlara benzetme yarabbim. 😂
Şak diye kapattım dediğime bakmayın, dedim ya, sürekli gel-git içindeydim ve bu artık mutsuz ediyordu beni. Meraklısı için bağlantıları yazının en sonuna bırakıyorum. (Bağlantı listesini hazırlarken ilk yazımın tarihini görünce kahkaha attım az önce. 19 Nisan 2023! Hesabımı dün, yani 19 Nisan 2024'te kapattım, yani tam bir yıl önce. Planlasam yapamam.)
Dedim ya, uzun zamandır kafamı, benzer şeylerden muzdarip arkadaşlarımla sohbetlerimizi ve bazen de burayı meşgul eden bir konuydu instaşehir benim için. Bu süreçte izlediğim, okuduğum çok fazla şey oldu ve gördüm ki tüm dünyada epey insan dertli bu konuda. Kim bilir belki benzer durumda olan birileri denk gelir bu yazıya da bir faydası olur.
Birkaç boyutu var benim için bu sürecin. İlki, edebiyat dünyasına "giriş"imle başlayan süreç. Aslında kitabım Uyuşma çıktıktan sonra, ara ara çok aktif olsam da aslında hep kaçıp gitmek istediğim bir mecra haline gelmişti instaşehir. Sahteliği, hızı, karmaşıklığı, bazı şeyleri zorunlu kılması, eşimi, oğlumu, arada özel günleri falan da paylaştığım kişisel hesabımın bir anda tanımadığım ve hiç iletişim kurmadığım bir sürü insanla dolduğu bir yer olmuştu artık. Evet, kitabımla ilgili paylaşımlara beğenilere elbette hep çok mutlu oldum. Hiç tanımadığım insanlar yazıp ne kadar etkilendiklerini, Valhaf'ın hikâyesinde kendilerinden ne çok şey bulduklarını söyleyip masa başında geçirdiğim o sonsuz yalnız anların boşa olmadığını gösterdiler bana. Hatta o güzel insanların bazısıyla tanışma fırsatı bile buldum. Kitabımı içtenlikle, karşılık beklemeden, gerçekten değer verdiği için paylaşan, bir yıl boyunca 'ay bi türlü bulamıyorum nereden alıcaktık' diyerek beni epey güldüren "arkadaşların" aksine, sessiz sakin kitabı edinip okuyan, sonrasında bana yazan tanıdık tanımadık ama çok içten bir sürü güzel insan oldu. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Ama ben yine de çok yoruldum. İlk kitabımın çok sevilmesinden ve onunla ilgili gönderiler hazırlamaktan aslında epey keyif almamdan bağımsız olarak, kitabımın "reklâmını" yapmak zorunda hissetmekten çok yoruldum. Tanınmak ya da "çok satmak" gibi bir amacım yok ki benim, hiç olmadı. Ne reklâmcı/pazarlamacıyım, ne influencer, ne "celebrity". Ben yazmayı gerçekten çok sevdiği için yazan, hatta dönem dönem yazmayı tamamen bırakma potansiyeli hortlayan kendi halinde bir insanım ve bir iddiam ya da hiç kimseyle yarışım yok. Edebiyatın/sanatın bir rekabet/ispat/kendini gösterme/böbürlenme alanı olarak kullanılmasından da son derece rahatsızım.
Dediler ki kapatamazsın sosyal medyanı, olur mu öyle şey, delirdin herhalde, kitabına sahip çıkman lazım, o kadar emek var. Önce mantıklı geldi, hatta belki hâlâ mantıklıdır ama ben bu işin tek yolunun bu olduğunu ve kendi kitabını tanıtmanın bir yazarın görevi olduğunu düşünmüyorum. Ama epey şey denedim yine de. Reels videoları bile çektim inanır mısınız ve sapır saçma başka şeylerle bir sürü vakit ve dahi enerji kaybettim. Ne için? 750 küsur takipçinin maksimum 30-40'ının beğenisini alabilmek için. Onların da kaçı gerçekten beğeniyor, kaçı ben de gidip onların yeni çıkan kitabını beğeneyim diye "like'layıp" geçiyor meçhul. (E hani beğenilme kaygın yoktu elifçim?) (E demek ki bu süreçte kahpe dünya düzeni sayesinde oluşmuş iç sesçim).
Image by thomkesslertherapist.com
Mesele şu. Ben kitabıma zaten sahip çıktım. Onu yazarak! Yıllar boyunca bir masada, destek yerine köstek olan her ama herkese rağmen tek başıma oturup her daim devam eden işimin gücümün arasında, ailemden ve sosyal hayatımdan ödün vererek, kafa patlatıp yazarak sahip çıktım. Ötesi bende değil ki. Ya da olmamalı. Yayınevinin yapmadığı imza ve söyleşi günlerini kısıtlı çevresine duyurup kendi kendine ayarlamaya çalışmak ve kitap "satmak" yazarın görevi mi? Bence değil. (Ama sen de Marquez değilsin elifçim.) (İyi be.)
Ya arkadaşlar, burada biz bizeyiz. Uyuşma kaç kopya basıldı biliyor musunuz? 500. Dur yazıyla yazayım da çok görünsün. Beş yüz. Yok, bu da olmadı. 😂 Neyse. Ve çıkalı 1.5 yıl oldu, o beş yüz henüz bitmedi. Üstelik 50-60 kopya da yayınevinin bana yolladığı var, kütüphanemde duruyor, arada isteyen öğrencilerime falan veriyorum, yani onu da düşün lütfen (ama elifcim satmadıysa tutmamıştır, sen de kendinde ara hatayı) (yahu delirtme beni iç ses, mesele o değil, diyorum ki ben ne paylaşırsam paylaşayım, okunduğu kadar okunacak, daha fazla değil. Olay "bende" değil yani).
Instagram hesabımı 2012'de açmışım. Uyuşma'dan önce sadece tanıdığım insanlarla takipleştiğim, hepi topu 150-200 kişinin (belki daha da az) takip ettiği mis gibi bir yerdi. Zaten dün kapatırken en çok üzüldüğüm şey eşimle, oğlumla, kedilerimle ilgili yaptığım paylaşımların bir logbook'u gibi olan o ilk gönderileri silmek oldu. (elbette hepsinin kaydını aldım; eh kafamda ve kalbimde her daim kayıtlılar zaten çok şükür.) Dün kapatırken ise, 750'ye yakın bir rakam gördüm takipçi yazan yerde. Yani Uyuşma'yla birlikte gelen epey insan olmuş. Hoş gelmişler elbette, buyursunlar, ama sıfır iletişim, sıfır beğeni, kitapla ilgili bir ses de yok. Kimse elbette mecbur değil, ama ben kişisel hesabımı edebiyatla ilgili bir mecraya çevirmişim, dolayısıyla gelen ondan geliyordur, hayatımda hiç görmediğim insanlar eşimi çocuğumu kedimi görmeye gelmedi herhalde? Bir hatam da buydu sanırım. Çok az sayıda tanıdığım insanla görüştüğüm kişisel bir hesabı profesyonel hale getirmeye çalışmak. Ayrı tutmak lazımmış.
Tabii şu da var. Çoğu insan, hele ki benim gibi ilk kitapları çıkmışsa, piyasada tutunmaya çalışıyorsa vs. takipçi sayısını arttırmanın peşinde ve arkadaşlarında gördükleri "benzer" çevrelerden insanları ekliyor. Onlar da kendilerini takip etsin diye. "Ayıp olmasın" mantığıyla takipleşme başlıyor, ama aslında kimse kimseyle ilgilenmediği için körlerle sağırlar birbirini ağırlıyor, hatta ben dahil herkes o kadar çok hesabı takip ediyoruz (ediyorduk) ki hepsine yetişmek mümkün olmadığından, çoğu hemen "sessize" alınıyor. Yani kesinlikle kendimi de ayrı tutmuyorum bu güruhtan.
Ama bu durum bana hep ters geldi. Benim için hiçbir anlamı yok çünkü orada yazan rakamın. Anlamlı olan, kıymet verip vakit ve nakit ayırıp kitabı almış, okumuş olanlar. Sevip sevmemelerinden, bana yorum yazıp yazmamalarından bağımsız. Çünkü benim sevdiğim şey yazmak, okurun sevdiği şey de okumak. Birbirimize karşı başka bir yükümlülüğümüz olduğunu düşünmüyorum. Ben yazdığım şeyi açıklamak zorunda değilim, okur da okuduğu şeyle ilgili düşüncesini paylaşmak zorunda değil. Herkes özgür. Olmalı. Peki öyle mi(yiz?) gerçekten?
Gelelim ikinci bir mevzuya. "Arkadaşlar". Buraya kadar gelip okumayı hâlâ bırakmadıysanız şimdi lütfen bir durup nefeslenin, arkanıza yaslanın ve "arkadaşlık" sizin için ne ifade ediyor düşünün. Kime arkadaş dersiniz, arkadaş ne yapar ne yapmaz vs. Bu bahsettiğim artık "takipçiler"le ilgili değil. Gerçek hayatta bir selamı çok gören, belki bir sebepten sizinle görüşmeyi, arayıp sormayı kesmiş, hatta size bir nevi tavırlı bir hal sergileyen, artık sizi belli ki arkadaşı olarak görmeyen, hatta arkanızdan konuşan (ama bunu yüzlerine vurmadığınız için bihaber olduğunuzu sanıp zekânızı azımsayan ve fakat ısrarla takipte kalanlar. Arkadaşım, bak arkadaşım diyorum, arkamdan konuşuyorsan neden görmek istiyorsun ne yapıp ettiğimi? Ha pardon, konuşma malzemesi lazım di mi. Cidden sandıkları gibi saf mıyım ki ya? 😂
Ve son olarak, ilk iki sebeple hep kol kola yürüyen ve bunların sanırım doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan, ama anca sıkılıp bitap düştüğümde farkına vardığım bir dikkat ve anksiyete sorunu hasıl oldu. Odaklanma seviyem her zaman olmasa da çoğunlukla yerlerde sürünmeye başladı. Bu en önemlisi galiba. O koca güruhun ruhunun duymadığı, sizinse her geçen gün daha gergin birine dönüştüğünüz, beklentiye girmeye başladığınız ve kendinizden soğuduğunuz tuhaf bir aşama bu. Yatağa yattığınızda, o en huzurlu olmanız gereken, günün yorgunluğunun bitip gecenin sessizliğinin, sakinliğinin, sağaltıcı yanının gelmesi gereken zaman diliminde gelen telefona bakma ihtiyacı, çok isteyerek aldığınız yeni kitabın kapağını açtığınız sırada bir anlığına el alışkanlığıyla baktığınızda geliveren birkaç beğeni neticesinde hop su yüzüne çıkıveren ego vs.
Velhasılıkelam, artık bana iyi gelmeyeni görmekle kalmayıp bu konuda bir şey yapmam gerekiyordu. Yıllarını bu mecraya verip on binlerce takipçi toplamış, işini orada kurmuş, bundan para kazanan insanların bile yavaş yavaş terk etmeye başladığı bir yer instagram ve diğer popüler sosyal medya araçları. Verdiğiniz süre/çaba/emek/enerji, elde ettiğiniz sonuca değiyor mu? Sorulacak soru bu. İster para kazanmak için orada olun, ister yaptığınız bir işin duyulması sağlamak için, elde ettiğiniz sonuç çabanızla doğru orantılı mı?
Uzun lafın kısası, ben bir tercih yaptım. Sonradan pişman olurum olmam, şu an bilmem mümkün değil. Hem kendimle ve yazıyla, hem de ailemle ve bir avuç arkadaşımla geçireceğim zamanı, kaliteli, anlamlı ve kalıcı çabayı tercih ettim. Eh tabii bunların sonucunda bir nevi tırnak içinde bir tür yalnızlığı. Ve işin en acı yanı şu ki bu tercihi yapmam bir yıldan fazla zamanımı aldı. Aynı bana kıymet/zaman/emek vermeyen insanları hayatımdan çıkarmamın maalesef zaman aldığı gibi.
Bende işler biraz böyle yürüyor maalesef. Uzun zamana yayılarak, gerçekten kendimi tüketme noktasına getirene kadar. İçimi kemiren ne varsa, bendeki değeri tamamen tükenene kadar kemirmesine izin vererek. Aferin çocuğum.
Yani evet, sosyal medyayı bize hiç çaktırmadan, eğlendiriyormuş, faydamızaymış, sosyalleştiriyormuş, elimizi kuvvetlendiriyormuş gibi servis edip servetine servet katan vicdansızların oyunları, tuzakları artık tartışılmaz boyutta ve bir sürü bilimsel araştırmanın belgelediği bir şey. Ama sorunu fark ettiğimizde ve bize zarar vermeye başladığını anladığımız noktada geri çekilmek de bize ait. Ben o konuda biraz çuvallamışım belli ki.
Yazıyı yıllar önce izlediğim bir belgeselden hâlâ çok gülerek hatırladığım bir anekdotla bitireyim. Belgesel fobilerle ilgiliydi. Her bölümde bir kişi fobisinden bahsediyor (örümcek, güvercin, yılan vs) ve kişinin bu korkusunu aşama aşama yenmesi hedefleniyor. Benim bahsettiğim bölümde dev gibi bir Amerikalı tır şoförü vardı. Ve fobisi kedilerdi. Kedi. Minicik. Tır şoförü. Kocaman. Peki. 😄 Ne yaptılarsa olmadı ve bölüm sonundaki değerlendirmede adamı tırının önünde, kocaman kollarını göğsünde kavuşturmuş halde aşağıdan bir açıyla çekmişler, iyice dev gibi olmuş. Arkada da minicik bir kedi, yalanıyor mu öyle bir şey. Ve şöyle diyor amca: "Onların üstünlüğünü/yenilgiyi kabul ediyorum." Ahahahahaha bak yine çok güldüm ya. 😂
İşte ben de herkesin çok seviyor ve çok mutluymuş gibi göründüğü, sosyalliğine sosyallik kattığı, hep çok güzel hep çok keyifli hep çok başarılı hep çok "hep" olduğu instagramı çeşitli şekillerde "kandırıp" yola getirmeye çalıştım. Defalarca telefonumdan sildim, defalarca dondurup çözdüm, haftalarca girmediğim oldu, bir sürü ekran süresi sınırı koydum vs... ama sonunda kabul ettim. Yok işte arkadaş, herkes her şeyi becerecek, her konuda iradeli olabilecek diye bir şey yok. Ben de tır şoförü büyük amca gibi deklare ediyorum burada, huzurunuzda: "Instagram'ın üzerimdeki bağımlılık yapıcı ve yıkıcı etkisini kabul ediyor ve geri çekiliyorum."
Dün hesabı silerken repeat'e alıp şu parçayı dinledim bu arada. Düşünün artık ruh halimi.😂
Bu arada, kendini yıpratmadan, onunla bununla kıyaslamaya girmeden, kısacık ömrünün kıymetli saatlerini ve enerjisini saçmasapan şeylere harcamadan neye bakacaksa hemen bakıp çıkabilen iradelilere de selam ve helal olsun. Bende işlemedi o iş. Gelenlerle bu sessiz sakin, reklâmsız algoritmasız, reelsiz ama samimi, gerçek sohbetli bu alanda görüşürüz. (O diil de, iç ses sustu fark ettiniz mi. 🤫)
Bahsi geçen eski yazılar:
19.04.2023 Özlediğim Köşeye Dönüş
03.05.2023 Çılgın Dünyadan Uzak, Kendime Yakın
18.05.2023 Keçiysek Var Bir Bildiğimiz
22.05.2023 Sıdkın sıyrıldığı, eyvallahların tükendiği bazı güzide anlar
08.09.2023 Goat on the River
11.09.2023 İçim Ürperiyor, Ya Evde Yoksam?
14.09.2023 Unutmanın Yalnızlığı, Hatırlamanın Büyüsü
19.09.2023 Elifınt on the run
23.09.2023 Köşesinde Mutlu Bir Küçük Keçi
13.10.2023 Ekmek Balinanın Karnında
24.10.2023 Köprüde Beklerken